İletişim yollarının bu kadar çeşitli olmadığı dönemlerde mektup dışındaki haberleşme araçları telefon, teleks ve telgraftı. Telefon bulunan ev sayısı yüzde yirmi civarındaydı. Ev telefonlarından direkt olarak şehirlerarası aranamıyordu. Bu nedenle şehirlerarası telefon açmak isteyenler postaneye görüşme kaydı verir, sırasını beklerdi. Görüşme yapabilmek için saatlerce beklenirdi. Telefon çıkmayınca, yani görüşme sırası gelmeyince telefon kaydı bir üst fiyat tarifesine yükseltilirdi.
“ELT”, “Normal”, “acil” ve “yıldırım” gibi kayıt türleri vardı. Postane santrallarında bugünkü çağrı merkezlerindekine benzer çalışan bayanlar vardı. Bağlantıları bu bayan görevliler sağlarlardı. Bazen bu görevliler tanıdıklarına bekletmeden bağlama yapar, onları görüştürür dostluklarını kazanırdı; çoğu kez de beklemekten sabrı tükenenler tarafından telefonda hakarete uğrarlardı.
Bu memurların işi çok kolay değildi. Çoğu kez ellerinden pek bir şey gelmezdi. Çünkü onlar da karşı şehrin santralına kayıt verirler, o şehrin santral memurundan sıra beklerlerdi. Şehir Santralleri yetersiz olduğu için evlere her isteyen telefon bağlatamazdı. Onun da sırası vardı. Evlere telefon bağlamada torpil döndüğü zaman şikayetler artardı. Evinde telefonu olanlar komşuları arasında bayağı itibar görürdü. Çünkü bu telefondan komşular da yararlanırdı. Ev telefonlarının bağlanması da gruplara ayrılmıştı. İş yeri, adliye personeli, normal ev, sağlık çalışanı, PTT görevlisi gibi… Kontenjan oluştukça bu sınıflandırmaya göre öncelikler belirlenir, hat çekilir, bağlama yapılırdı.
Yetmişli yılların sonuna doğru evlerden de şehirlerarası çevrilmeye başlandı. Önce dokuz rakamı çevriliyor, çevir sesi bekleniyordu. O yıllarda ayrıca sokaklarda da belli yerlere jetonlu ankesör telefonlar yerleştirilmeye başlandı. Ama santral yetersizliği nedeniyle çevir sesi alınamazdı. Ankesör telefonda uzun konuşanlara sırada bekleyenler tarafından tepki gösterilirdi.
1979 senesinde İstanbul’un Aksaray semtinde çevir sesinin satıldığını bizzat gördüğümü söylesem bugünkü “Z Kuşağı” denilen gençlik ne kadar inanır dersiniz?
Bir ayakkabı boyacısı, çöp deryası sokaktaki ankesörlü telefonun yanında boya sandığını kurmuş, bir yandan boya yapıyor, bir yandan da telefonun başına bıraktığı bir çocuk aracılığı ile telefonda çevir sesi yakalıyor ve bu çevir sesini sırada bekleyenlere satıyor. Çocuk telefonun ahizesi kulağında bekliyor; görüşme yapmak isteyenler de kuyrukta sırasını bekliyor… Çocuk, ara sıra telefonun kolunu aşağı çekerek kapatıp açmak suretiyle çevir sesi yakalamaya çalışıyor. Bazen üç, bazen beş, hatta on dakika beklediği de oluyor. Çevir sesini alır almaz başlıyor bağırmaya:
-- Çevir sesi, var mı alan!
Bunun karşılığında kaç lira ya da kaç kuruş aldıklarını hatırlamıyorum. Zaten korsan piyasanın durumuna göre değişmekte olan bu miktar, bu günün parası ile neye denk gelir bilemiyorum. Çünkü o zamanlar paralar da çok sıfırlı idi; milyonları verip bir ekmek alırdık.
Kurumlar asında teleks denen bir yazışma sistemi vardı. Bu halkın fazla ihtiyaç duymadığı veya pek bilmediği bir haberleşme sistemiydi. Telgraf acil ve kısa haberleşmeler için kullanılırdı. Bu gün az da olsa tebrik ve kutlamalarda telgrafın kullanılmaya devam edildiğini görüyoruz.
Günümüzde iletişim araçlarının geldiği noktayı hepimiz biliyoruz. Genç kuşak eskiyi bilmedikleri için geçmişte de şartların böyle olduğunu düşünmekte haklılar. Onlara bilimin, teknolojinin ve ülkemizin geçirdiği evreleri anlatmak, göstermek gerekir ki geleceği planlayabilsinler.
Proje çalışmaları kapsamında araştırma, inceleme çalışmaları için gittiğimiz İngiltere’de gördük ki İngilizler her dalda eski örnekleri olduğu gibi koruma altına almışlar ve bütün öğrencilere ziyaret yoluyla ve tanıtım programlarıyla göstermektedirler.
Buradan bir de sonuç çıkarmak istersek; 1960 ve 1980 askeri darbelerinin neden başarılı olduğunu; 15 Temmuzda neden başarılı olamadığını; iletişimin kolay ve çeşitli olması açısından değerlendirdiğimizde anlarız ki tek kanallı devlet radyosu, tek kanallı ve bölgesel paket yayını yapan devlet televizyonunu ele geçirmek ve bu millete hükmetmek o zamanlar kolaydı; ama bugün artık imkansızdır. Çünkü iletişim ve haberleşmede çağın önünde giden bir Türkiye var!
Metalbloğun üzerinde Göktürk alfabesiyle; ”Ayı görmek istiyorsan gökyüzüne bak” diyen bir milletin bugünkü evlatları; “Ayağımızdünyada, gözümüz uzayda.” diyenlerile; “Ne işimiz var uzayda, uzaylılar mı bize saldıracak?” esprisini yapanlar şeklinde ayrışmadan daima yükseklerde olmak için çalışmalarını elbirliği içinde sürdürmelidir.
Yorum Yazın
Facebook Yorum