ŞEN YAYLALAR- 2 “KAYNAK MI, KOPUŞ MU?”...
Kıymetli Okurlarım,
Yaylalar ve şenlikleri üzerine konuşuk etmeye devam edeceğiz,
Bazı okurlarım, neden sadece Kadırga ve Sisdağı üzerinden yazdığımı sorup,
Başka yaylamız yok mu bizim? şeklinde serzenişlerde bulundular.
Haklı olarak elbette…
O kadar çok yaylamız var ki, hepsi bizim, şenliklerimiz de cabası.
Bizim yaylalarımız şen olduğu için seviliyor…
Kadırga ve Sisdağı’ındaki Kaynak Günleri’ne katıldığım için, bu ikisi üzerinden konuya yaklaştım.
Meramım aslında hepsindeki ortak sorunlara parmak basmaktı.
Sadece yetersizlikleri değil, güzel olanları da paylaşmaktı.
Aldığım geri dönüşler arasında üç husus dikkat çekiciydi;
İlki, şenliklerde otantik özelliklerin kaybolduğu,
Sahne ve ses sistemlerinin bunda baş etken olduğu yönünde idi.
Bu intizar, daha çok kültür insanlarımızdan gelenlerdi.
Diğeri de, yapılan protokol merasimlerinde,
Siysasi içeriklerin yoğunluğu yanında,
Her kesime söz ve temsil hakkının verilmemesi ki,
Bu çok önemsenen bir durum olarak ciddi eleştiri alanıydı.
Bu eksikliği dillendiren kesimler, sadece siyasi gündemi yakın takip edip,
Söz ve temsil hakkı verilmeyenlerden müteşekkil değil
Her kesimden insanlardı…
Yetersiz alt yapı da, ilgilenmesi gereken üçüncü sorun…
Bu ehven sorunun görmezden gelinmesi dillere pelesenk olmuş durumda.
***
Kıymetli Okurlarım,
Yayla şenlikleri, tamamiyle toplanmayı, bir olmayı, gücü birleştirip topluma moral değerler aşılamayı temsil ederler.
Cavit Şentürk Üstad,
“Türklüğün Karadeniz’e vurduğu en büyük damgadır yayla toplanmaları “ diyerek,
“İl ve köy ayrımı yapmanın kötü sonuçlarını büyük hata” olarak görüyor,
Tarihimizi, bu günkü nazariyemizle okumanın yarattığı sıkıntıları işaret ediyor.
“OTÇU YÜRÜYÜŞÜ” ot biçenlerin değil, Türklerin göreve hazır olduklarını göstermeleridir” diyerek,
Kadırga Otçusunun ve Kaynak haftalarının felsefesini de hatırlatmış oluyor.
Kadırga veya Sisdağı yahut Alaca, Honefter, Madur ve diğerleri….
Alanlara, bir disiplin dahilinde eğlenerek girmek, ,
Tarihsel derinliğe haiz hem bireysel hem de toplumsal bir davranıştır.
Yağmur, çise, duman-sis ya da kızgın güneşe rağmen,
Günlerce hazırlanmak, giyinip kuşanmak,
Uzak yollardan yürümek,
Kol kola girmek ve bir intizam dahilinde tüm bu ritüelleri hayata geçirmek,
En sonunda da mutlu olmak, huzurlu ayrılmak…
Tüm bunların, sadece eğlenceden ibaret olduğunu düşünmek
Çok büyük yanılgı olur!..
561 yıldır süregelen bu gelenek, büyük temaşa
Gerçekten Türklerin dağlara vurduğu damgasıdır.
***
Peki, beşyüzaltmış yıllık bir ritüelin,
Hiç değişmeden sürdürülmesi imkan dahilinde midir?
Hayır!.. Elbette değil.
Özünü korumak, felsefi yaklaşımını muhafaza etmek kaydıyla,
Zamanın ruhuna uygun davranmak en rasyonel-akılcı olanıdır.
Sesin daha uzağa iletilmesi, civardaki herkesin olan biteni duyabilmesi
Ses sistemleriyle mümkün.
Kim bilir, gün gelir, bluetooth kulaklıklarla, ortam sesi olmadan konser ya da konuşmaları dinlemek mümkün olur.
Düşünün ki, hiç kemençe sesi yok, ama herkes aynı horonu coşkuyla oynuyor… Olmaz olmaz demeyelim!.
Artık dijital görüntü sistemleriyle, dev ekranlarda, sahneyi daha iyi görmek cazibesi olan bir aksiyon...
Kaldı ki sosyal medya denen bir olgu var.
Tüm bunları yaşam biçimi haline getirmiş halkın,
Eski usül, ortada bir kaç kemençeyle-davul-zuernayla horona durması çok beklenemez.
Anladığım odur.
Ya sahne içeriği?.. Asıl mesele buradadır. Onun sınırları olmalı mı?
Dağlar özgürlüğe çağırır, sınırsızdır. Uçsuz bucaksızdır. Engindir…
Lakin, her şeyin bir sınırı varsa ki öyle,
Sahne içeriğinin de sınırları olmalı; empati, adalet ve saygıyla çizilmeli…
Düşün oradasınız, davetlisiniz ancak yok sayılıyorsunuz!..
Yaylalar herkesindir!
Peki sorunun kaynağı nedir?... Ya da nelerdir?..
Bir defa, bu organizasyonlar belediyeler tarafından yapılıyorlar.
Toprak, hangi belediyenin sınırlarındaysa ev sahibi de o.
Aylar öncesinden davetler yapıyorlar. Uzak illere davet ziyaretleri de cabası.
Sanatçılar, ses sistemi, sahne… Ev sahipliği, ağırlamalar…
Bir de mali boyutu var ki, bir çok kapıyı çalmak durumundalar ayrıca.
Bu toprakları kendi diasporasıyla buluşturacaksın, sesleri daha gür çıkacak… Hiç kolay değil!
Tüm bu süreçlerde, belediye başkanı üzerinde “mahalle baskısı” belirleyici oluyor.
Siyasi tercihlerle seçilen belediye başkanları,
Önce kendi siyasi partisi üzerinden bir kurgu yapmak zorunda.
İkinci adım olarak, kendi görüşüne yakınları dahil ediyorlar,
Üçüncü halka ve sonrası diye bir çerçeve çiziliyor.
Söz alma imkanı bulabilenleri herkes dinlemek durumunda.
Söz ve temsil imkanı tanınmayanların kitlesi ne olacak?..
Nasıl kaynaşma sağlanacak?
“Kaynak ya da Otçu” ya katılanların hepsini kapsıyor muyuz?
Geleneğine sonuna kadar bağlılığını ifade etmek için,
Dünyanın öbür ucundan gelenler, siyasi konuşmalara maruz kalıyorlar.
Siyasetçi tabi ki siyaset konuşacak; en azından birazcık..,
Sesini duyurmak isteyecek. Belki projelerinden, vaatlerinden bahsedecek,
Partisinin adından bahsedecek. Liderini selamlayacak. Oy isteyecek…
Tam da meselenin kılıç sırtı yeri burası; cesur davranıp, rakip partiden onlara da teşekkür ederek,
Onlara da söz verilirse, yaylanın tadı kaçmaz!...
Ne olur iki kelam etseler?
Çözüm basit; “cesur ol, her cenahı davet et, söz ver, rahat et…”
Yaylaları da siyaset meydanına çevirdiler diyen “Kaynak ve Otçu haftası sakinleri”
Kendi seslerini işitince (ki haklarıdır), bu feryatları bırakacaklardır.
***
Şimdi diyeceksiniz ki; Hilmi Türkmen bu işin neresinde?..
Tam ortasında kitabın, son örneğini İstanbul’da verdi üç gün evvel;
Rakip partiden Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na teşekkür etti.
Hem de öyle ıkına sıkına değil, ağız dolusu…
Neymiş, demek ki oluyormuş!. Helal olsun.
Bir teşekkür etti; bir Hilmi Türkmen daha çıkardı gönüllerde. İnsan böyle büyür!..
Yaylalara da her partiden davet yapalım, adil olup herkese söz verelim, onlara da teşekkür edelim…
Böyle edersek, bir “Kaynak” daha olur, bir “Otçu” daha yürür…
Küçük olsun benim olsun demek; yaylaların esas beka sorunu budur!.
Yaylaları ve yaylacıları ayrıştırmak, daraltmak,
Karargaha katılan askerlere (otçulara), sen-ben muamelesi yapmaktır.
Maazallah; bölünmeyi katlar, milleti de orduyu da güçsüz edersiniz.
KAYNAKLAR ve OTÇULAR birlik meydanlarıdır, kopuş mevzileri olmasın!…
***
Devam edeceğiz bu konuya kıymetli okurlarım.
Çözüm önerileri ve güzel örnekler de olacak…
Sağlıcakla kalın…
Hasan KESKİN
Trabzon Aktüel Medya İmtiyaz Sahibi
Yorum Yazın
Facebook Yorum